Başlıktaki Melih Cevdet Anday dizesine mim koyarak devam ediyorum. Haftanın en az iki üç günü bir konferansa katılıyorum. İki soru var ki beni benden alıyor artık. Birincisi “Dolara buradan girilir mi Hocam?” Cevap vermiyorum sabahtan akşama kadar “doların neden 12 olacağını” anlatan indibindi youtuberlarına yönlendiriyorum onların hissikablelvuku paylaşımları ile yüzeysel analiz cehenneminde kavrulmalarını tavsiye ediyorum. “Finansal kültürümü nasıl geliştirebilirim?” diyenler oluyor ki onlara canım feda. Emek vermeye niyetli insanları seviyorum öğrenmek kahırlı bir iştir ama her mutluluk da ıstırapla satın alınır.
En çok aldığım ikinci soru da “robotlar ve kobotlar bütün işlerimizi çalacakmış yeni ekonomi bizden hangi yetkinlikleri isteyecek Hocam?” oluyor. Bu soru geçlerden geliyor pek tabii ki. Cevaplamadan biraz niyet okuması yapıyorum. “Laf olsun torba dolsun” kokusunu alırsam 24 saat Boston Lab robotlarının paylaşımını yapan sosyal medya fenomenlerine yönlendiriyorum. “Suya sabuna dokunmayan sade suya tirit dünyada huzur bulursunuz” deyip geçiştiriyorum. Soru ciddiyse efradını cami ağyarını mani bir cevap vermenin olanaksız olduğunu belirttikten sonra İnstagram’da el âlemin fotoğraflarına bakmaktan kalan zamanları için önerilerimi paylaşıyorum. Ki ayrı bir yazıda da işleyeceğim bunu.
“Yerli ve milli” totolojisiyle yatıp kalktığımız güzel ülkemizde gerilim bitmiyor. 23 Haziran’da tekrarlanan seçimler İstanbul’un pek de tekin bir yer olmadığını göstermişti. Buna rağmen milletçe “kayyım açıklaması” bekler halde girdik hafta sonuna. Gündem böyle samandan konularla dolu olunca ülkenin risk primi de düşmüyor ve çok ihtiyacımız olan yabancı kaynağa aç kalıyoruz.
Mustafa Öztürk Hocayı çok severim. Özgün yorumları ve entelektüel derinliği beni etkiliyor. Geçenlerde bir yazısında kelam ve kalem erbabı olanları iki kümede sınıflandırmış: “köşeliler” ve “ovaller”. Çok hoşuma gitti devamını getirmek istiyorum.
Bir tarafta konunun kıyısındaki “güvenli alanda” dolaşanlar vardır. Sürekli yan pas yaparlar. Dikine oynamaya cesaret edemezler. Bunlara aynı zamanda “makul” yorumcu da diyoruz. O ekran senin bu ekran benim dolaşıyorlar. Güzellemelerini “ama tabii ki yapısal reform da lazım” diyerek bitiriyorlar. Her cenaha göz kırpabilmek önemli bir yetenektir. Bindikleri kayığın küreğini çekerler. Ovaldirler. Zamanın ruhuna böylesine hızlı uyum sağlayabilmelerinin sırrı şekillerinde saklıdır.
Diğer tarafta da konunun ortasından güm diye girenler vasatta buluşmayı reddedip yol göstermeye çalışanlar vardır. Dikine oynarlar. Köşelidirler. Yüreğinden başka barikatları yoktur bu insanların “onuncu köy” buluşma noktalarıdır.
Dünya ve Türkiye ahvaline girmeden önce bir iki kelam daha edeceğim.
Melih Cevdet Anday Türk aydınlanmasının en önde gelen şairlerinden ve düşünürlerinden biridir. Çok farklı düzeyde bir yazınsal lezzet ustasıydı. Beni etkileyen özelliklerinden biri de halkın beğenisini hiçbir zaman ölçü olarak almamış olmasıdır. Halkın düzeyine inmediği için ağır eleştirileri göğüslemek zorunda kalmıştır. Vitesi düşürmemiştir şair hiçbir zaman. Eleştirilere misliyle cevap verdiğini biliriz. “Geri bırakılmış halkın beğeni düzeyine seslenmek halkçılık değil yeteneksizliğin örtbas edilmesidir.” demiştir bir keresinde. Ona göre asıl ihanet vasatlığın güzellemesini yapmaktır. Şapka çıkarırız.
Yazının başlığını Anday’ın “Rahatı Kaçan Ağaç” şiirinden alıntıladık. “Ona bir kitap vereceğim rahatını kaçırmak için” demiş üstat. Rahat kaçırmayı düstur edinmiştir. Sınırda yaşamayı tercih etmiştir saygı duyarız. Aydın bilişsel açıdan rahat kaçırdığı ölçüde başarılı saymalıdır kendini. Görevi rahatı kaçırmaktır. Gelişimin anahtarıdır.
İnsan kendisine gelen ilk bilginin mahkûmudur. Bu durum “zihinsel çelişki (cognitive dissonance)” olarak bilinir davranış biliminde. İnsan oluşturduğu ilk kimlik ilk inanç sistemi ilk düşünce tarzı ve ilk önyargıların “izin verdiği ölçüde” yorumlar karşısına çıkan yeni bilgileri ve gelişmeleri. Yeni bilginin eski bilgiyle çelişmesi insanı bilişsel açıdan huzursuz eder. Bu huzursuzluğu gidermek gerekir. Huzursuzluk anındaki soru şudur: Ya sorgulayıp kurtulacaksın ya da sorgulamayıp katlanacaksın.
Yeni bilgi eski bilgiyi çürütse bile hedonist insan rahatını kaçırmamak için eskisine sımsıkı sarılır. Düşünmek zahmetli bir iştir. Bu durum algılanan ile gerçekten olan arasında uçurum oluşmasına yol açar. AlgıOlgu kopukluğu diyoruz. Bu yüzdendir ki Hitler’in sağ kolu Goebbels “bana vicdansız bir medya verin size bilinçsiz bir halk sunayım” diyebilecek kadar ileriye götürebilmiştir algı manipülasyonu işini. Hitler’in Halkı Aydınlatma ve Propaganda bakanıydı kendisi. Demek ki aydınlatması için kimi seçtiğiniz önemlidir. Önce aydınlık var mı içinde diye bakacaksınız. Yoksa çürütür.
Bizim gibi eril ve muhafazakâr toplumlarda algı ile olgu arasındaki fark daha da açılır. Hiç sorgulamadığı ezber kalıpların ve dogmaların içinde büyümüştür. Eskiyi terk edemediği için de yeniyi ıskalar hep. TEDxBahşehir’de TED Talks konuşmamda işlediğim konuya geldik: “Coğrafya kaderdir” ile “coğrafya kader değildir” arasındaki çizgi sanıldığından da incedir. İnsan tercihlerinden ibarettir.
“Ekonomi yazacaktın Hoca amma da uzattın” dediğinizi duyar gibiyim. Cevap veriyorum ekonomi konuşuyoruz zaten. İşsizlik oranı cari açık enflasyon ciro endeksleri sonuçtur. Sebeplere kök nedenlere odaklanmak lazım.
Bu nedenle eğitimi her şeyden çok önemsiyorum. Miandji’nin dediği gibi “eğitim sisteminin amacı kalıp kurmak değil kalıp kırmak olmalıdır.” Bu ülkenin inşaatla “büyümeyi” değil katma değerli üretimle “kalkınmayı” hak ettiğine inanıyoruz. Israrla eleştirmemizin nedeni budur.
İstanbul’un dışında da çok vakit geçiriyorum. Hem danışmanlık işim hem de konferans ve seminerler için Anadolu’nun ücra yerlerine gidiyorum. Ara sıra soruyorum “muhafazakârım diyorsunuz da neyi muhafaza ediyorsunuz?” diye. Her şey o kadar hızlı değişiyor ki. Ne diyoruz hep “Bilim dürüstlük ister.” Değişim hızı ekosistemin değişim hızından düşük olan şirketler ve bireyler seyirci kalmaya mahkûmdur. Diyoruz ki “seyirci kalmayın oyuncu olun hatta oyunu kuran olun.” Dünün yöntemleri ile bugünü yönetenler yarın olmayacaklar.
Bir hikâyecik bir de grafik paylaşayım yeri gelmişken. İkisi de değişimin hızına vurgudur.
Yıl 1942. Albert Einstein Princeton Üniversitesi’nde sınav yapıyor. Sınav sorularını asistanına uzatıyor dağıtması için. Sorulara şöyle bir göz atan asistan “Hocam bu soruları bu sınıftakilere zaten geçen yıl da sormuştun” diyor. Einstein umursamaz bir tavırla “evet sorular aynı” diye geçiştiriyor. Asistan dayanamıyor “nasıl olur Hocam sınıf aynı sorular aynı” diye tepkisinde ısrarcı olunca Einstein “sorular aynı ama cevapları değişti” diye yanıtlıyor. Sorularımız belki aynı ama cevapları çok hızlı değişiyor. Soruyu yineliyorum “neyi muhafaza ediyorsunuz?” diye.
Bir de grafik okuyalım beraber yatay eksene dikkat edelim ama.
Kişi başına düşen küresel gelirin son 3000 yıldaki gelişimini gösteriyor. Kişi başı olduğu için zaten nüfus artışından arındırılmış olan veri ayrıca enflasyondan da (fiyat artışı etkisi) temizlenmiş. Üretilen ne varsa son 250300 yılda ortaya çıkmış. Birinci sanayi devrimi ile “buhar” ikinci sanayi devrimi ile “elektrik” üçüncü sanayi devrimi ile “elektronik” insanın “kas” gücüne “yapay” güç eklemiş ve insanlık adeta kopup gitmiş.
Şimdi de insanın “zihin” gücüne ve tabiat anadaki “doğal” zekâya “yapay” zekânın eklemlendiği bir dönemdeyiz. Ne kadar hazırız birey olarak şirket olarak ülke olarak? Neye yatırım yapıyoruz? Namı diğer Bakülü Garik’in dediği gibi “Teknolojiyi yavaşlatamıyorsak biz hızlanacağız.” Ya ilk bilgiyi muhafaza edeceğiz ya da konforlu alandan çıkma cesaretini gösterip yeniyi kucaklayıp içselleştireceğiz? Bu bir tercihtir. Kalıba teslim olmak ya da kalıbı kırmak tercihi.
İnsanlar moralsiz ekonominin nereye gittiğini anlamaya çalışıyorlar. Sorduklarında; “enseyi karartmayın bu ülke büyümeye başlayacak yakında” diyorum “ama bu şekilde kalkınma beklemeyin” diye de ekliyorum.
Ürettiğin kadar yaşarsın. Gelin iki görsele daha bakalım.
“Kof büyüme”den başka bir şey vaat etmeyen inşaat sektörü ile “kalkınma” getirecek olan makine ve teçhizatın ekonomi içindeki payları görülüyor.
Bu grafik de enflasyonda beklenen düşüşün Arda Turan’daki düşüş kadar “sert” ve “kalıcı” olamayacağına işaret ediyor. Tarımın ekonomi içindeki payı yüzde 10’un üzerinden yüzde 5’lere gerilemiş durumda. Giderek sanayisizleşen ve tarımsızlaşan bir ülkede enflasyonu kalıcı olarak düşürebilir misiniz?
Bizim matbuatın “şahlanan ekonomi” başlıklarına alışıksınız. Son günlerde de “turizmde tüm zamanların rekoru geliyor” temalı haberlerin bombardımanı altındayız. Kıralım rekorların alayını da aşağıdaki grafiğe bakmayı ihmal etmeden. Turistlerin ortalama harcamasındaki trendsel düşüş gün gibi ortada. “Neden böyle?” diye sorgulayanlar beri gelsin.
Turizmin “akıllısına” yatırım yapmayınca turistin “az harcayanına” ve “her şey dâhil 100 dolar” sloganına mahkûm kaldık. Artırılmış gerçeklik blokzincir teknolojisi token uygulamalarını kullanılıyor muyuz? Seyahat kararlarında Z kuşağının çok daha etkili olduğu gezginlerin karbon ayak izini azaltan yerleri tercih ettiği aktivite başarmaya yönelik seyahatlerin tercih edildiği otantik gastronomi turizminin öne çıktığı Harward Business Review dergisinde “Blokzincir müşteri sadakat programlarını dönüştürecek” diye yazıldığı günlerde biz uçaktan inen ayakları sayıp rekor kırdık başlıkları atıyoruz. “En büyük” olmak önemli değil. “En fazlasını” sunmak anlam ifade etmiyor. “En uzunu” yapmak karşılık getirmiyor. “En iyiyi” sunabilmemiz gerekiyor.
Salı günü haftalık rapora başlıyoruz. Youtube kanalıma abone olmayı unutmayın.
https://www.youtube.com/channel/UCFXnaShCdcQ6A0UrrlLZpA
Son söz: Will you follow dogma or will you be original? Dogmanın peşinden mi gideceksin? Yoksa özgün mü olacaksın?